En son konular | » BEETHOVEN..Paz Mart 06, 2011 1:29 pm tarafından heval» CAN YÜCEL..Paz Mart 06, 2011 1:27 pm tarafından heval» CHARLES BUKOWSKYPaz Mart 06, 2011 1:25 pm tarafından heval» ZAMAN KİMDE TÜKENİRPaz Mart 06, 2011 1:20 pm tarafından heval» V for vendettaPaz Kas. 21, 2010 1:14 pm tarafından heval» hoşgeldin dilekCuma Kas. 19, 2010 10:16 am tarafından heval» HANGİSİ DAHA ZORPerş. Kas. 18, 2010 11:53 am tarafından heval» HİKAYELER.Perş. Kas. 18, 2010 11:46 am tarafından heval» KUMARBAZ..Salı Ekim 05, 2010 9:55 am tarafından heval» ALAMUT KALESİ HASAN SABBAHSalı Ekim 05, 2010 9:50 am tarafından heval» GİDECEKSİN BİLİYORUMSalı Ekim 05, 2010 5:56 am tarafından heval» hoşçakal..Cuma Ağus. 27, 2010 5:18 am tarafından heval» aramıza katılan özlemeCuma Ağus. 27, 2010 5:00 am tarafından heval» nana.......C.tesi Ağus. 07, 2010 11:25 am tarafından heval» GiderayakPtsi Haz. 07, 2010 7:15 am tarafından sıdıka |
akısı | |
Istatistikler | Toplam 46 kayıtlı kullanıcımız var Son kaydolan kullanıcımız: banderas_hsyn
Kullanıcılarımız toplam 350 mesaj attılar bunda 310 konu
|
özür dileriz | |
| | AHIR KORKUSU | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
kucuklimon
Mesaj Sayısı : 12 Yaş : 38 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 04/08/08
| Konu: AHIR KORKUSU Salı Kas. 18, 2008 4:48 am | |
| Yazan: Muzaffer ORUÇOĞLU, Tarih: 07-10-2008 06:54 Okunma Sayısı : 156
AHIR KORKUSU/Muzaffer ORUÇOĞLU, 15.09.2008
Her semavi dinin, kendisinden kopan bir mezhebe düşmanlığı, rakip bir dine düşmanlığından çok daha güçlüdür. Resmi İslamın, şiiliğe ya da aleviliğe düşmanlığı, eski katolikliğin, eski protestanlığa düşmanlığı bunun örnekleridir. Tarih biraz da, sapkınların imhasının tarihidir. Her din, tarihin taşlaşan zeminine bir granit ağırlığıyla oturmuş, ununu elemiş, eleğini asmış rakip bir dinin, kendisinden fazla bir şey koparamayacağını bilir ve asıl düşmanlığını, kendisinden kopan yakın tehlikeye yöneltir. Bu, dinlerin bağrından çıkan siyasi hareketlerde de böyledir. Bir siyasi parti, kendisinden kopanları, hizip olarak ilan eder, tecrit çarmıhına germeye çalışır, yok sayar.
Türkiye devrimci hareketinin geçmişi, bunun örnekleriyle doludur. Bir bakarsın, kitap sergisi parçalanmış, satıcısı, sayın “hizip” elemanı, kanlanan kitaplarla birlikte, beton zemine kapaklanmıştır. Bir bakarsın, yürüyüş kolunda arbede çıkmış, kapitalizme karşı yükselen pankartlar, hizip elemanlarını kafalarında sopalara dönüşmüştür. Bir bakarsın gece basılmış, sahnedeki “hizip”, sahne arkasına doğru savrulmuştur.
Bu yıl, Avrupadayken beni bir “hizip” toplantıya çağırdı. Doğrusu, çağıranların “hizip” olduğunu toplantıdan sonra öğrendim. Kim çağırırsa çağırsın, isterse Erbakan, ya da Bahçeli çağırsın, o anda önemli bir işim yoksa giderim. Toplantıda efendice davranır, kendi görüşümü söyler, çıkarım. Baktım, iki günlük bir tartışma önerisi geliyor; birinci gün, aydınların katılımıyla, sosyalizmin sorunlarının tartışıldığı bir sempozyum ve ertesi gün de, diger devrimci, demokratik partilerin çatısı altına girmeyen, dağınık, devrimci güçlerin, bir yasal parti çatısı altında toplanmasına ilişkin bir tartışma… Bunu, ileri yönde, toparlanmaya ilişkin iyi bir öneri, bir değişim belirtisi olarak algıladım ve destekledim. Böyle bir girişimin, partiye yol açmasa bile, en azından, devrimci çevrelerde bir tartışma başlatacağını düşündüm. Gelecekte yapılacak toplantıya bir çağrı metninin ve toplantıya sunulmak üzere bir de program taslağının kaleme alınmasını da üstlendim. Ben yazılarımı yazarken, toplantıyı düzenleyenlerin, bağrından koptukları en yakın hareketi, dıştalayarak hareket ettiklerini, digerlerinin ise bunu hizip olarak değerlendirdiklerini, toplantı yeri vermedikleri, toplantılarına katılmayıp, tecrit ettiklerini öğrendim. İşi aceleye getiren “Hizip” le tartıştım, bu işin, partisiz olan tüm devrimcilerin bir işi olduğunu, tek başına hareket etmemelerini, açık parti tartışmasına hizmet edecek davranışlar içinde olmak gerektiğini söyledim. Hazırladığım program taslağını yayınlamaları için her iki tarafa (yeni- senteze ve gazeteye) gönderdim. Türkiye devrimci hareketinde, olacak bir iş değildi bu. Tabi telefon geldi, “Program, Yeni-sentezde, kurulacak bir partinin programı olarak yayınlanmış, biz yayınlamıyoruz,” dediler. “Onlar, toplantılarına katıldığım devrimci bir gruptur, onlara değil, CHP’ye de yazsam, programı köşemde yayınlamak durumundasınız ve yanında da görüş ve eleştirilerinizi yayınlama hakkına sahipsiniz. Ben gazetenizin bir köşe yazarıyım, yayınlamadığınız yazımın üstünden atlayarak yeni yazı göndermem. Yayınlamazsanız, Özgür Geleceğe yaptığım gibi, sizin gazetenize de yazı yazmam,” dedim.
Görüş olarak, bir yanda, ben sosyalist bir partiysem, diger partiler sosyalist değil, benim dışımdaki bir parti sosyalistse ben sosyalist bir parti değilim, diye dar düşünen, diger yanda da darlardan kopan ve haddinden fazla geniş düşünen iki kampın arasındayım şu anda. Birinci kampın gücü ve insanları ve de kahramanları çoktur. İkinci kamp, üç dört kişidir. Düşüncelerim uyuşmasa da, onlarla sıkı ilişki içinde olmasam da ben ikinci kamptan yanayım. Eğer bir yerlerde bir Proleterya diktatörlüğü kurulursa, bir dilenci de, o diktatörlüğe bir laf ederse, ben bu ciddi kamplaşmada, dilenciden yana tavır alırım. Böyle bir huyum var. Otoriteyle çatışmak hoşuma gidiyor. Bu kafayla eski Sovyetlerde ya da Mao Çininde olsaydım, tutuklanırdım.
Bundan sonra her iki tarafa da yazılarımı göndereceğim. Derviş tekkeleri, camiler, parlamentolar, sebilhaneler de isterlerse, onlara da gönderirim. Parlamentoları özellikle “severim”. Devletçi olmayan komünist güçlerin, seslerini oradan tüm halka duyurmalarını severim. Onların orada dönüşebileceğinden de korkarım. Büyük, yıkıcı kitlesel kudretin, parlamentoyu feshedip, onun yetki ve fonksiyonlarını kendi ruhlarının kızgın örsünde dönüştürerek devralmalarını daha çok severim. Bir zamanlar benim gibi, proleterya diktatörlüğüne tapınan tüm eski tipten devletçi-komünistlerin, kapitalist parlamentolara, “burasını devrim için bir propaganda kürsüsü olarak kullanacağız,” gerekçesiyle de olsa, girmelerinden daha çok korkarım. Zaten onlar da oraya girmekten korkuyorlar. Komünist devletçinin ruhu, yıkacağı devletin ruhuna yakın olduğu için, o devletin kendisini dönüştüreceğinden, yutacağından korkar; haklıdır da. Devlet, güçlü bir dönüştürücüdür. Mülkiyete ve yönetmeye doymamış, insanlığın geçmişteki zengin ve ileri kültürüyle donanmamış, küçük mülk sahibi kökenli komünistlerin devlet içinde dönüşmeleri nisbeten daha kolaydır. Bu tip unsurların devlete yabancılaşmaları derindir; devlet içine girdiklerinde bu yabancılaşma, belli bir süre sonra, uyuma ve teslimiyete dönüşür. Bu gerçeğe rağmen, gerçek komünistler, parlamentoya girmeli, halkın ve devrimin çıkarları için bu kurumdan yararlanmalıdırlar.
Rahmetlik anam, çocukken bana: “Karanlık çöktüğünde, ahıra girme,” derdi. “Orada, atların yelelerini ören, kuyruklarını bağlayan, hatta, süslenen, düğün yapan cinler var; seni kaçırırlar.” Karanlık çöktüğü zaman, hatta gündüzleri bile, korkar, girmezdim ahıra. Ahıra yabancılaşmam oldukça derindi. Bir gün, göbeğimi kesen, beni bir kaç gün de emziren, ebem Xazal hala: “Ahıra girmekten korkma,” dedi. “Cinler kaçırsa, kuzuları da kaçırırlar. Git ahıra gir, ama girerken, ‘Bismillah’ demeyi unutma,” dedi. ‘Bismillah’ diyerek girdim, kuzuların yanına gittim doğruca. Korkuya dayanan yabancılaşmam kırıldı. | |
| | | | AHIR KORKUSU | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |