Kısacık bir öykü bu... Ama hayatımıza yön veren bir öykü...
Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre... Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar...valiyi... Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir adama takılır...
Perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını vali... Atının üstünden inmeden,vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama,
- "Behey adam, herkes benim şehre gelişimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun?
" Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan,sakallarının ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek :
- "Ben hiçim" der... Vali daha da hiddetlenir, - "Ne demek hiç, senin bir adın, şanın unvanın yok mu bre adam" der...
- "Senin var mı? " der bu kez adam... Vali iyice şaşırır ama cevaplar,
”Gafil adam, nasıl anlamazsın, ben valiyim” der. Adam aynı ses tonu ile sorar yine...
- "Peki daha sonra ne olacaksın?"
-"Sadrazam olacağım." der vali...
- "Peki daha sonra?"
- "Padişah olacağım..."
- "Peki ya daha sonra?" Kısa bir an duraksar vali ve;
- "Hiç" der...
- Sadece gülümser perişan kılıklı adam...
Bu kısa öyküyü ilk duyduğumda, benim ruhumun hiç kimse olmak isteyen adamının öyküsünü bulduğumu anlamıştım... Hepimiz hep başka birileriyiz... Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istediğimiz birilerinin seslerini, sözlerini,bakışlarını ve tavırlarını alıyor,sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz...
Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin arasından....
Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz... Bütün ömrünü kariyer, güç ve para peşinde gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz...
Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken kim bilir kaç gerçek aşkı yitirdiğini ve günün birinde yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir sevgili omuzu aradıklarındaysa,soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz.